GİRNE
Girne, Kuzey Kıbrıs’ın incisi ve gözbebeğidir. Kent ile çevresi, adanın en gözde tatil beldesidir.
Bazı söylentilere göre kent M.Ö. X. yüzyılda Akalar tarafından kuruldu. Kurucuları kente ülkelerindeki bir dağın adı olan
Kyrenia adını verdiler. Başka bir söylenti ise M.Ö. IX. yüzyılda buraya yerleşenlerin ticaret kolonileri kuran Fenike’liler olduğudur.
Kentin adı Roma kaynaklarında Corineum olarak geçmektedir. Kentin tarihi adanın tarihi ile aynı olup, Bizans döneminde birkaç kez Arap korsanları tarafından
yağma edildi. Kentin en ilginç tarihi eserlerinden bir tanesi Girne Kalesi’dir. Liman boyunca Türk mutfağına ve ülkemize özgü yemekler yanında
diğer yemekleri de sunan lokantalar, barlar ve açık hava kafeteryaları vardır. Girne’de görülebilecek yerler arasında Girne Kalesi, Beylerbeyi,
St. Hilarion Kalesi, Hz. Ömer Türbesi, Batık Gemi Müzesi, Bufavento Kalesi, Barış ve Özgürlük Müzesi, Halk Sanatları Müzesi, çeşitli kilise ve
manastırlar bulunmaktadır. Girne’nin önemli turistik yerlerinden bazı seçmeler şunlardır:
MAVİ KÖŞK
Kaçakçının köşkü olarakda bilinir. Kaçakçının köşkü denmesinin nedeni Köşkün sahibi Paulo Paolides’in avukatlık kisvesi altında silah kaçakçılığı yaparak servet edinmesi ve bu köşkü yaptırmasıdır. Paulo Paolides dönemin en büyük silah tüccarlarındandır. Köşk Kıbrısa gelindiğinde mutlaka görülmesi gereken yerlerden biridir. Ayrıntılı bilgi için köşkün resmini tıklayarak sitemizin mavi köşk bölümününe ulaşabilirsiniz.
Hz. ÖMER TÜRBE VE MESCİDİ
Kıbrıs’taki önemli ziyaret ve adak yerlerinden bir tanesi Hz. Ömer Türbesi’dir. Yapı, Girne’nin yaklaşık 4 km doğusundaki Çatalköy’ün kıyı şeridinde bulunmaktadır. Hz. Ömer Türbesi’nde adları bilinmeyen 7 İslam mücahidinin türbesi bulunmaktadır. Türbeler Muaviye ordusu komutanlarından Ömer ile altı arkadaşına aittir. Bunlar, şimdiki türbenin yanında şehit oldular (M.S. 647). Cesetleri buradaki bir mağaraya gömüldü. Bazı söylentilere göre türbedeki yedi mezarın Kıbrıs’ta İslamiyet’i pekiştirmek için “Makam Türbesi” olarak yapıldığı doğrultusundadır. Bazı söylentilere göre ise de Osmanlıların Kıbrıs’ı fethi üzerine mağaradaki ceset kalıntıları çıkarılarak bugünkü yerlerine defnedilmişlerdir. Daha sonra buraya bu türbe ile mescit yapılmıştır. Bu nedenle türbeye Hz. Ömer adı verilmiştir. Hz. Ömer Türbesi, 1963 Rum saldırılarından sonra işgal edilerek talan edilmişti. Daha sonra askeri bölge ilan edilerek Türk’lerin türbeyi ziyaretleri yasaklanmıştı. Rumlar tarafından birkaç kez tahrip edilen ve 1974 yılında yıldırım isabetiyle zarar gören yapı, 1978 yılında bilinçsizce onarım sonucu özelliğini kısmen de olsa yitirmiştir.
BEYLERBEYİ
Girne’nin 4-5 km doğusunda yer alan mütevazi bir köydür. Köyün nüfusu yaklaşık 500 civarındadır. Manzarası çok güzel olan ve sakin bir yer olduğu için Latince adından da anlaşılacağı gibi, “huzur yeri” olarak adlandırılır. Beylerbeyi denince insanın aklına hemen güneyindeki manastır gelmektedir. Bir kayalık üzerine kurulan manastırın bugünkü adı Fransızca “Abbaue de la Paix”den (Barış Manastırı) türemiştir. Gotik sanatının bir şaheseri olan manastır, Yakın Doğu’daki örneklerinin en güzeli olarak bilinmektedir. Beyaz Manastır olarak ta bilinen yapı, burada kalanların giydikleri beyaz giysilerden dolayı böyle isimlendirilmiştir. Bellapais’in ilk sakinleri 1187 yılında Kudüs’ü ele geçiren Selahaddin Eyyubi’den kaçıp Kıbrıs’a göçeden Augustinian mezhebi rahipleri olduğu bilinmektedir. Manastırın ilk yapımı 1198-1205 yılları arasında olmuştur. Günümüzde ayakta kalan yapının büyük bir bölümünü Fransız Kralı III. Hugh (1267-1284) inşa ettirmiştir. Adanın Osmanlılara geçmesinden sonra manastırın icraatlarına son verilmiş ve kilise Rum ortodokslara devredilmiştir. Bugün manastırın bir çok bölümü harabe haline gelmiştir. Manastıra, kale kapısı görünümündeki burç şeklinde mazgallı bir geçitten girilmektedir. Giriş kapısından sonra ön bahçeye varılmaktadır. Bundan sonra yer alan kilise, manastırın en eski bölümü olmakla beraber orjinal şekli ile iyi korunmuş bir durumdadır.
St. HİLARİON KALESİ
Kale bugünkü ismini Kudüs’ün Araplar tarafından zaptından sonra Kıbrıs’a göç eden ve ömrünün son yıllarını burada ibadetle geçiren bir azizden almıştır. Daha sonradan, 10. yüzyılda buraya bir kilise ve manastırın yapıldığı gözlenmektedir. Deniz seviyesinden 700 metre yükseklikte olan St. Hilarion Kalesi, ikiz bir burun üzerine inşa edilmiştir. Kalenin kesin yapım tarihi bilinmemekle birlikte M.S. 10. yüzyılda kuzeyden gelen Arap akınlarına karşı adanın savunması ve kontrol edilmesi için kullanılmak üzere inşa edildiği sanılmaktadır. Bununla birlikte aynı gaye ile inşa edilen Bufavento, Kantara ve Girne Kaleleri ile çağdaş (aynı zamanda) olduğu tahmin edilmektedir. Kalenin Bizans yapısı olduğu ve İngiliz Kralı Arslan Yürekli Richard’ın 1191 yılında adayı işgal ettiğinde var olduğuna dair bilgiler günümüze kadar gelmiştir. Buna rağmen tarihi kaynaklar kaleden ilk olarak 1128 yılında İmparator II. Frederik’in Kıbrıs’a hükmetmek istemesi üzerine bahsetmektedir.
Kalenin etrafını çeviren daire şeklinde 500 metre uzunluğunda duvarlar ve 9 burç inşa etmişlerdi. Kale, her birinin kendi sarnıcı (su deposu) ve erzak depoları olan üç ana bölümden oluşmaktadır. Bunlardan birincisi en alçakta kurulmuş olan Aşağı Kale, atlarla askerler için yapılmıştır. Ana girişi koruyan duvarlarla çevrili bir savunma yeri ile başlamaktaydı. Orta Kale’de manastır alanı ve Aziz’in yeri bulunmaktadır. Yukarı Kale’de ise saray odaları, kral sarayı ve mutfak bulunmaktadır. 1489’da adayı ele geçiren Venedikliler, kaleyi savunacak bir güce sahip olmadıklarından kalenin Osmanlı’ların eline geçmesini engellemek için kaleyi tahrip etmişlerdi. Bu olaydan sonra kale 1964 yılına kadar askeri amaçlar için kullanılmamıştı. 1964’teki Rum saldırıları üzerine, kalenin stratejik konumunu değerlendiren Türk Mücahitleri kaleye yerleşerek tekrar savunmaya geçtiler. 1964 nisanında kaleye taarruz eden Rumlar bir avuç Mücahit tarafından geri püskürtülmüştür.
GİRNE KALESİ
Girne kalesi, Akdeniz kıyılarında Orta Çağ’dan bu güne kalan etkileyici kalelerden biridir. Girne’nin kuzey doğusunda yer alan kale, limana hakim durumda ve dikdörtgen planda inşa edilmiştir. Antik kaynaklar kaleden ilk kez İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard’ın M.S. 1191 yılında Üçüncü Haçlı seferine katılırken, Kıbrıs Kralı Isak Komnen’i yenerek Kıbrıs’ı ele geçirmesi üzerine bahsetmektedir. Kalenin kesin yapım tarihi bugüne dek saptanamamışsa da kale içiyle çevresinde yapılan araştırmalar bizlere kalenin M.Ö. III. ve II. yüzyıllarda yapıldığını göstermektedir.
Ülkemizde var olan nadir kalıntılardan Girne Kalesi’nin Kıbrıs’a yapılan sürekli Arap akınlarına karşı Bizanslılarca Girne’yi savunmak için inşa edildiği varsayılmaktadır. Girne kalesi Lüzinyan döneminde çeşitli değişikliklere uğradı. Vedenikliler zamanında son şeklini aldı ve günümüze kadar o şekliyle gelmiştir.
1570 yılında Osmanlılar tarafından kuşatılan kalenin sakinleri kalenin gücünü denemeden teslim olmuşlar bu sayede kalenin günümüze kadar sağlam olarak kalmasında bilmeden önemli bir rol oynamışlardır. Osmanlı döneminde kalenin asma köprüsü yıkılarak yerine bu günkü yeni köprü yapılmıştır.
1946 yılından sonra kale bir ara polis koleji olarak ta kullanılmıştır. Daha sonra İngilizler tarafından ayaklanan Rumları hapsetmek amacıyla hapishane olarak kullanılan kale 1974 Kıbrıs Barış Harekatıyla Türk’lere geçmiştir.
BUFAVENTO KALESİ
Bufavento Kalesi, St. Hilarion ve Kantara Kaleleri ile birlikte adayı Arap akıncılarına karşı savunmak için oluşturulan uyarı zincirinin bir parçasıdır. Kale çok rüzgarlı bir tepeye kurulduğu için “rüzgardan korkmayan” anlamına gelen “Bufavento” adını almıştır. Kalenin tam yapım tarihi bilinmemekle birlikte, Arslan Yürekli Richard Kıbrıs’ı ele geçirdiği zaman bahsi geçmektedir. Bazı söylentilere göre kendini Kıbrıs Kralı ilan eden İsak Komnenus’un kızı bu kaleden çıkara Richard’a teslim olmuştu. Bufavento’nun da adadaki diğer kaleler gibi bir zamanlar Kıbrıs’ta hüküm sürmüş bir kraliçeyle ilgili bir öyküsü vardır. Kıbrıs Templar Şövalyelerinin egemenliğine girdiği zaman cüzzamlı bir Bizans prensesi ve aynı hastalığa yakalanan köpeği vardı. Prenses ile köpeği Bufavento kalesine kapatılmışlar idi. Bir süre prenses köpeğinin derisinin yavaş yavaş iyileştiğini fark etmiş. Bunun üzerine prenses köpeğinin her sabah kalenin aşağılarında bir kaynakta yıkandığını görüyor. Böylece prenseste her sabah bu kaynağa gidiyor ve yıkanıyor. Tamamen iyileştikten sonra kaynağın bulunduğu yere bugün Ayios Ionnis Chrysostomos Manastırı olarak bilinen tapınağın ilkini yaptırmıştır.
Kale 1382-1398 yılları arasında hapishane olarak kullanılmıştı. Bu dönemde kalenin adı Aslan Şatosu idi. 1489 yılında ada Venediklilerin eline geçince kale eski önemini yitirmişti. Venedikliler adanın savunması için daha çok deniz kenarındaki kalelere önem vermişlerdi.
BATIK GEMİ MÜZESİ
Girne Kalesinde sergilenen batık, günümüze kadar ele geçen gemi batıkları arasında en eskisi olarak bilinmektedir. Akdeniz’de İskender’in ölümünden sonra kurulan Helenistik Krallıklara ait donanma gemilerinin dolaştığı dönemlere aittir. İlk olarak 1965 yılında bir sünger avcısı tarafından Girne kıyılarından 1.5 km açıkta, suyun 3 metre derinliğinde farkedilmiş, Pennsylvania Üniversitesi tarafından çıkarılan bu batık bugün müzede ziyarete açıktır. Bu müze Girne Kalesi’nin doğusunda bulunan Lüzinyan devri muhafız odalarının düzenlenmesi sonucu 3 Mart 1976 tarihinde ziyarete açıldı.
Akdeniz’de seyretmiş olan bu yaşlı tekne M.Ö. 300 yıllarında açık denizde tutulduğu fırtına nedeniyle batmıştır. Batıkta ele geçen badem kalıntılarına uygulanan karbon 14 testleri M.Ö. 288 tarihini vermiştir. Geminin yapıldığı keresteye uygulanan karbon 14 testleri ise geminin M.Ö. 389 yılında yapıldığını, başka bir deyişle battığı zaman 80’li yaşlarda olduğunu göstermektedir. Gemide bulunan eşyalar geminin bir ticaret gemisi olduğu ve son seferinde dört kişilik bir mürettebatı olduğunu göstermektedir.
LEFKOŞA
Çok eski bir kuruluş tarihi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin başşehri olan Lefkoşa daha çok Lüzinyan’lar devrinde gelişmiştir. Türk ve Rum kesimlerini ayıran yeşil hatla ikiye ayrılmış olan şehrin kuzey bölümünde Türkler oturmaktadır. Lefkoşa’nın etrafında Türklere karşı savunma maksadı ile 1567 yılında Venedikliler tarafından kalın ve yüksek surlar yaptırılmıştı. Onbir burcun yeraldığı bu surlar tüm Lefkoşa’yı çevrelemektedir. Şimdi Rum kesiminde kalan ve Konstanza diye bilinen burcun üzerinde Kıbrıs’ın Türkler tarafından fethi sırasında şehit düşen Bayraktar’ın türbesi ve Bayraktar Cammi yapılmıştır. Cami ile türbe, 1963’te başlatılan Rum saldırıları sonucu Rumlar tarafından yakılmış ve yıkılmıştır. Lefkoşa, Ortaçağ ve daha sonraki devirlerde yapılan eserler bakımından zengin bir şehirdir. Bu eserler arasında Gotik mimari ve Osmanlı mimari tarzının en güzel örneklerini görmek mümkündür.
Üçyüz yıldan fazla Türk idaresinde kalmış olan Kıbrıs’ın, diğer şehirlerinde olduğu gibi eski Lefkoşa’da da bariz bir Türk şehri karakteri vardır.
Lefkoşa’nın görülebilecek yerleri arasında Barbarlık Müzesi, Bedesten, Haydar Paşa Camii, Selimiye Camii, Etnoğrafya Müzesi, Büyük Han, Kumarcılar Hanı, Büyük Hamam, Derviş Paşa Konağı yer almaktadır. Lefkoşa’nın önemli turistik yerlerinden bazıları şunlardır :
BEDESTEN
Selimiye Camisi’nin güneyinde yer alan Bedesten, XIV. Y.Y.’a tarihlenen Gotik mimari tarzında inşa edilmiş olan bir kilise yapısıdır. Yapı, Venedik hakimiyeti döneminde St. Nicholas Kilisesi adı altında Ortodokslar tarafından metropolit binası, Osmanlı hakimiyeti döneminde ise bazı değişiklikler yapılarak kapalı çarşı ve hububat deposu olarak kullanılmıştır. Bu dönemde (1573) yapının ismi Bedesten olarak değiştirilmiştir. Kuzey kapısı, Gotik mimarinin ayakta duran en güzel örneklerinden birisidir. Kapının üstünde, Orta Çağın asil ailelerine ait armalar yer almaktadır. Yan yana iki kiliseden meydana gelen yapı içerisindeki bir odada, Ömeriye Camisinden getirilen Orta Çağa ait mezar taşları ile Osmanlı devrine ait ahşap bir tavan teşhir edilmektedir.
BARBARLIK MÜZESİ
Bu evde Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay Doktoru Binbaşı Dr. Nihat İlhan’ın eşi ve üç çocuğu, Binbaşının alaydaki görevinde olduğu bir sırada korunmak için sığındıkları banyo odasında cani Rumlar tarafından kahpece ve acımasızca 1963 yılı Noelinde şehit edilmiştir. Bu bina daha sonra müzeye çevrilmiştir. Bu müzedeki duvar panolarında sergilenen fotoğraflar, 21 Aralık 1963’te başlayan Rum Katliamı sonucu şehit olan kadın, genç, ihtiyar, masum kardeşlerimizin; evleri ve köyleri yakılıp yıkılmak suretiyle göç etmeye zorlanan soydaşlarımızın öyküsünü yansıtmaktadır.
HAYDAR PAŞA CAMİSİ
XIV. yüzyılda Lüzinyan’lar tarafından gotik tarzda yapılmış olan bir kilisedir. Kiliseye dıştan bakıldığı zaman mimarinin en göze çarpan yanı duvarın içine çekilmiş olan ve yukarı doğru daralan ayaklardır. Bu ayakların arasına dar ve uzun pencereler yerleştirilmiştir. Kilisenin üç girişi bulunmaktadır. Güney kapısının ince bir taş işçiliği vardır. Kapı sövesinin (kasasının) üstünde üç tane Lüzinyan armasının kabartması vardır. Batı kapısı bu kapıdan biraz daha büyük olup, mimarisi aynıdır. Kuzey girişi öteki girişlerden daha sadedir. Batı ve Kuzey kapılarında ejderha kabartmaları vardır. Kıbrıs 1571 yılında Osmanlıların eline geçtikten sonra yapıya, minare ve minber (mimber) eklenerek camiye çevrildi ve yapının adı Haydar Paşa Camisi olarak değiştirildi. Lefkoşa’da St. Sophia Katedrali’nden sonra (Selimiye Camisi), sanat açısından tarihi değere haiz ikinci bir yapıt olarak St. Catherina Kilisesi (Haydar Paşa Camii) gösterilmektedir.
SELİMİYE CAMİSİ
1209-1326 yılları arasından Lüzinyan döneminde inşa edilmiştir. İlk olarak St. Sophia Katedrali olarak kullanılan yapı Osmanlıların adayı ele geçirmesinden sonra camiye çevrilerek cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Selimiye Camii Kıbrıs’taki en güzel tarihi yapılardan biri olarak görülmeye değerdir.
BÜYÜK HAN
1572 yılında Kıbrıs’ın ilk Osmanlı Valisi olan Muzaffer Paşa tarafından inşa ettirilen iki katlı bir moteldir. Birbirine benzeyen 68 dikdörtgen şeklinde odadan oluşmuştur. Ortasında küçük bir cami vardır. Bu yapı Anadolu’da bulunan Osmanlı devri çarşı içi iş merkezleri yapısındadır.
BÜYÜK HAMAM
Büyük Hamam olarak bilinen Türk Hamamı Latin’lerin St. George Kilisesinin harabeleri üzerine inşa edilmiştir. Girişteki yay şeklindeki kapı bu harabelerden kalmadır. Hamamın iç yapısı klasik Osmanlı mimarisi özelliğindedir.
GAZİ MAĞUSA
Kentin çekirdeğini, kıyıdaki lagünün çevresine Mısır Kralı II. Ptolemy Phiadelphus’un (İÖ 285-247) kurduğu ve karısının adını verdiği Arsinoe denilen bir yerleşmenin oluşturduğu söylenmektedir. Daha sonra kentleri 648 yılında Arap korsanları tarafından yağmalanınca Arsinoe’ye göç eden Salamisliler Arapların bulamaması umuduyla buraya Ammakhostos ya da “kumlara gizli” adını vermişlerdir. Bugünkü Famagusta (Gazimağusa) sözcüğü de buradan türetilmişti.
Famagusta’nın asıl gelişmesinin ada 1191 yılında haçlıların eline geçtikten sonra gerçekleştiği görülmektedir. Bu tarihten sonra kent hacıların Kudüs’e gidip gelirken mola verdikleri bir durak haline gelmiştir. Hristiyanlığın kutsal topraklardaki son kalesi Akra da 1187 yılında Eyyubiler tarafından alınınca, son Hristiyan şövalyeleri, soylular ve tüccarlar Famagusta’ya göçmüş ve kutsal topraklara dönecekleri günü beklemeye başlamışlardır. Papalığın Hristiyanların dinsizlerle alış veriş etmesini yasaklamasından sonra Kıbrıs limanları Suriye limanlarının yerini almış ve Batılı ülkeler ekonomik çıkarlarını korumak için Famagusta’da ticaret kolonileri kurmuşlardır. Her ne kadar bu çıkar kavgası sonunda Cenevizlilerin zaferiyle bitmişse de sonu gelmeyen kanlı mücadele Famagusta’yı tüketmiş ve nüfusunun büyük bir kısmı kenti terketmişti. 1489 yılında ada Venediklilerin eline geçtiğinde kent yıkıntı halinde idi.
Venediklilerin gelişiyle kentte yeni bir inşaat hamlesi başladı. Ancak bu onu güzelleştirmeye değil yaklaşan Osmanlı tehlikesine karşı savunmaya yönelikti. Deniz tarafındaki tabyalar, Martinengo tabyası ve Kara Kapısı’nın Ravelin denilen tabyası bu sırada inşa edilmiştir. Bu ara surların dışına 46 metre genişliğinde bir hendek açılarak içi su ile doldurulmuştu. Ancak kalın surları ve tabyaları yeterli olmayacak ve kent 1571 yılında zorlu bir kuşatmadan sonra Osmanlı ordusuna teslim olacaktı.
Gazimağusa’da görülebilecek oldukça fazla sayıda turistik ve tarihi yer mevcuttur. Bunlar Lala Mustafa PaşaCamii, Salamis Harabeleri, Othello Kulesi, Canbulat Müzesi, Sinan Paşa Camii, Namık Kemal Hapishanesi, çeşitli kilise ve manastırlar mevcuttur.Gazimağusa’nın önemli turistik yerlerinden bazı seçmeler şunlardır:
LALA MUSTAFA PAŞA CAMİİ
St. Nicholas Katedrali Akdeniz dünyasının en güzel Gotik yapılarından biri olarak bilinmektedir. Lüzinyan’lar döneminde 1298-1312 yılları arasında yapılmıştır. Önündeki tropik incir (Ficus Sycomorus) ağacının inşaat başladığı zaman dikildiği ve katedral ile yaşıt olduğunu söyleyenler vardır. 1571 yılında cami haline getirilene kadar adanın kralları önce Lefkoşa’daki St. Sophia Katedrali’nde Kıbrıs Kralı olarak, sonra da kutsal topraklara daha yakın olduğu için Famagusta’da Kudüs Kralı olarak taç giyerlerdi.
Katedralin en güzel ve en iyi korunmuş olan Batı cephesinin mimarisi Fransa’nın Reims Katedrali’nin ön yüzünden etkilenmiştir. Bu cephede ortadaki girişin üzerinde Gotik stilde işlemeli eşsiz bir pencere yer almıştır. Avlusundaki 16. yüzyıl Venedik galerisi günümüzde şadırvan olarak kullanılmaktadır. Girişinin iki yanındaki yuvarlak pencerelerin üzerinde bir Venedik arması görülmektedir. Oynayan hayvanlar ve çelenklerle süslü kabartmanın Salamis’teki bir Roma tapınağından geldiği sanılmaktadır. Katedralin içinde orta nefin yan neflerden tonozla bir tavanı da taşıyan iki sıra sütunla ayrıldığı göze çarpar. Apsıti Kıbrıs kiliselerinin çoğunda olduğu gibi Doğu üslubunda, yani üç bölmelidir. Yukarıdaki gülpencereler veya sivri kemerli ince uzun pencereler çok iyi korunmuş durumdadır. Batı yönünde ve yanda iki ufak şapel yer almıştır.
OTHELLO KULESİ
Othello Kulesi olarak bilinen bu kale ilk olarak 14. yüzyılda Lüzinyan’lar tarafından limanı savunmak amacıyla inşa edilmiştir. Etrafı derin bir hendekle çevrili idi. Koruduu Deniz Kapısı, Kara Kapısı ile birlikte surlarla çevrili kentin iki ana girişinden biriydi. 1492’de Venediklilerin Girne’de yaptıkları gibi bu ortaçağ kalesini de bir topçu tabyasına dönüştürdükleri görülmektedir. Kalenin girişinin üzerinde asılı Venediğin amblemi olan Saint Mark’ın kanatlı aslan kabartmasının altında kaleyi bu hale getiren kaptan Nicolo Foscarini’nin adı yazılıdır. Leonardo da Vinci’nin 1481 yılında Kıbrıs’ta iken Venediklilere kentin savunma sistemi hakkında tavsiyelerde bulunduğu söylenmiştir.
Kale kulelerden ve topçu bataryalarıyla biten koridorlardan oluşmuştur. Geniş avlusunun bir yanında inşa edilmiş olan yemekhane ve üstündeki yatakhane Lüzinyanlardan kalmadır. Kalenin avlusunda duran topların bir kısmı Osmanlı, bir kısmı İspanyol yapımıdır. Demir gülleler toplara, taş gülleler de mancınıklara aittir.
Kalenin bugünkü adı, ada bir İngiliz sömürgesi iken kullanılmaya başlanmıştır. Sheakespeare’in ünlü tragedyasının bir bölümü “Kıbrıs’ta bir liman kentinde” geçer ve tragedyanın kahramanı Othello bir “Moor (Faslı)” olarak tanıtılır. Yazarın adanın o dönemde Venedikli valisi olan ve sadece soyadının anlamı “Moor” olan Christophoro Moro’nun adını duyduğu ve yanılarak onun bir Faslı olduğunu düşündüğü sanılmaktadır.
Kara Kapısı bir ravelinle korunmuştu. Burada geçitler ve top yuvalarına ek olarak bir şapel ve zindan olarak kullanılan yer altı odaları bulunmaktadır.
Deniz tarafındaki Venedik dönemine ait arsenal Canbulat Burcu olarak bilinmektedir. Söylentiye göre Osmanlı kuşatması sırasında Canbulat Bey bu girişteki döner çarka atıyla birlikte saldırarak işlemez hale getirmiş ve şehit düşmüştür.
SALAMİS
Antik Salamis kentinin Truva savaşından dönen Teucer tarafından inşa edildiğine inanılmaktadır. Roma İmparatorluğu döneminde imparatorluğun doğusundaki en büyük ticaret merkezi olarak Salamis bilinmektedir. Milattan sonra 4. Yüzyılda bir deprem Salamis’i tamamıyla yıkmıştır. Bundan sonra İmparator Costantin tarafından yeniden inşa edilmiş ve Costantia adını almıştır. 648 yılında kent Arap istilacılar tarafından bir kez daha harap edilmiş ve o tarihten sonra onarım görmemiştir. Kıbrıs adasının en güzel kumlu plajlarından birinin yanında bulunan Salamis antik kenti kısmen ormanlık bir alan içerisinde yer almaktadır. Kıbrıstaki en büyük amfi tiyatro olan kentteki tiyatro, spor alanı, hamamlar ve pazar alanı ziyaret edilebilir.
GÜZELYURT
Kıbrıs adasının kuzeybatısında bulunan Güzelyurt turunçgil bahçeleriyle çevrili adı gibi güzel bir yerleşim birimidir. Çok verimli toprakları bulunan Güzelyurt’ta portakal, greyfurt, karpuz, kavun ve çeşitli sebzeler yetiştirilmektedir. Turunçgillerin çoğu ihraç edilmekte, bir kısmı ise meyve suyu yapılarak içerde tüketilmekte ve gene meyve suyu olarak ihraç edilmektedir. Lefkoşa’nın 74 km uzağında gene adanın kuzeybatısında bulunan Lefke’de Güzelyurt gibi turunçgilleriyle tüm dünyada ünlü bir kentimizdir. Su kaynakları ve toprak sayesinde verimli bahçelerinde dünyanın en lezzetli turunçgilleri yetiştirilmektedir. Güzelyurt ve Lefke’de görülebilecek önemli turistik yerlerden bazı seçmeler şunlardır:
SOLİ
Soli M.Ö. kurulan 9 Kıbrıs krallığından birisidir. Soli’nin tarihi M.Ö. 700 yıllarına ait ve Asurluların haraç aldıkları kentleri içeren bir listeye kadar izlenebilmiştir. Bu listede kentin adı Si-il-lu olarak geçmektedir. Soli’de günümüze kadar kalabilen eserlerin başında bir harabe şeklinde bulunan Soli Bazilikası ve sonrada restore edilmiş bulunan Soli Tiyatrosu’dur.
SOLİ BAZİLİKASI
Yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Kıbrıs’ta inşa edilen ilk kiliselerden olup kendine özgü yanları vardır. 200 metre uzunluğundaki bazilika üç kapılı bir giriş ve giriş mekanıyla başlıyordu. Bunu dört tarafı sütunlarla çevrili ve çeşmesi olan bir avlu izliyordu. Bundan sonra gelen gene üç kapılı bir giriş ve narteksten sonra asıl kiliseye giriliyordu. Hristiyanlık geleneğinde Soli Saint Mark’ın Saint Auxibus tarafından vaftiz edildiği yer olarak kabul edilmiştir.
SOLİ TİYATROSU
Soli Tiyatrosu ise Roma’lılar döneminde bir zamanlar aynı yerde bulunanYunan tiyatrosunun yerine yapılmıştır. M.S. 2. yüzyılın sonu ile 3. yüzyılın başından kalmadır. Seyircilere ayrılan yarım daire şeklindeki oturma sıralarının olduğu bölüm kısmen tepenin kayasına oyulmuştur. Burası ortadaki orkestra denilen kısımdan kireç taşı bloklardan yapılmış alçak bir duvarla ayrılıyordu. Aslında kapasitesi 4000 olan oturma yerleri günümüzde yarı yüksekliğine kadar restore edilmiştir. Sahne binası iki katlı olup mermerle kaplı ve heykellerle süslü idi. Günümüzde görülebilen kısım sahne binasının üzerine inşa edildiği platformdu. Tiyatronun batısındaki bir tepenin üzerinde İsis ve Afrodit’e adanmış bir tapınağın izlerine rastlanmıştır.
MAMAS MANASTIRI
Mamas Manastırı 18. Yüzyılda inşa edilmiş bir manastırdır. Söylentilere göre St. Mamas vergilerini ödemeyi red etmiş, bunun üzerine yöneticiler kendisini yakalamak ve cezalandırmak üzere askerlerini gönderdiler. Fakat başkente giderken Mamas bir kuzunun peşinde bir aslan görmüş, kuzuyu kollarına alarak aslanın sırtında başkente girmiş. Bunu gören Bizans yöneticisi çok etkilenmiş ve Mamas’ın vergilerini ve cezasını bağışlamış. Bundan dolayı St. Mamas vergi ödeyenlerin azizi olarak bilinmektedir.